Milano’da Bir Gün: Tarih, Moda ve Espresso Arasında
Milano’ya ilk adım attığım anda, şehrin düzenli ama bir o kadar da canlı havası hemen içine çekiyor insanı. Diğer İtalyan şehirlerindeki romantizm burada yerini zarif bir dinamizme bırakmış gibi. Milano, modanın kalbi olabilir ama bana kalırsa tarih ve kültürle iç içe geçen bir yaşam tarzı burada her köşede hissediliyor.
Gezime elbette Duomo di Milano ile başladım. Gotik mimarisiyle insanı büyüleyen bu katedralin önünde durup uzun uzun baktım. Merdivenleri tırmanıp terasına çıktığımda ise şehri kuşbakışı izlemek tarifsizdi. O sivri kulelerin arasından sızan güneş ışığıyla Milano, tam anlamıyla bir tabloya dönüşüyor.
Duomo’nun hemen yanında yer alan Galleria Vittorio Emanuele II ise sadece bir alışveriş merkezi değil, adeta bir sanat eseri. Cam kubbesi, mozaik zeminleri ve zarif vitrinleriyle burada dolaşmak bile bir zevk. İçeri girer girmez gözüm ünlü kafelerden biri olan Caffè Biffi’ye ilişti. 1867’den beri hizmet veren bu klasik kafenin tarih kokan atmosferinde bir espresso içmek, Milano’nun ruhunu hissetmenin en güzel yollarından biri.
Daha sonra rotamı, Leonardo da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” (Il Cenacolo) freskini görmek için Santa Maria delle Grazie Kilisesi’ne çevirdim. (Fresk, ıslak kireç sıva üstüne, ezildikten sonra su ya da su ve kireç bileşimi bir bağlayıcı ile karıştırılan pigmentlerle yapılan resim. Yüzey kurudukça kireç, pigmentin sıvaya nüfuz etmesini sağlar. Fresk tekniği Antik Çağlardan beri kullanılmaktadır ve İtalyan Rönesansı’nda resimle yakından ilişkilidir.) Biletimi önceden aldığım için rahatça girdim ama içerideki atmosfer gerçekten büyüleyiciydi. Sadece sanat değil, zamanın da dondurulmuş hali gibiydi bu duvar.
Tarihi dokudan sonra biraz şehir havası almak için Brera bölgesine geçtim. Arnavut kaldırımlı sokaklar, sanat galerileri ve tasarım butikleri arasında dolaşmak çok keyifliydi. Brera’da küçük ama çok tatlı bir kafe olan Caffè Fernanda’da oturup tiramisu eşliğinde kahvemi yudumladım. Sessiz ama estetik bir ortam arıyorsanız kesinlikle uğranmalı.
Son olarak Sforzesco Şatosu’na uğradım. Devasa yapısı, içindeki müzeler ve yeşil parkıyla Milano’nun kalbinde nefes alabileceğiniz güzel bir durak. Özellikle akşamüstü güneşinde şatonun gölgesinde oturmak insana huzur veriyor.
Milano, sadece moda vitrinlerinden ibaret değil. Her köşesi tarihle, sanatla ve özgün bir yaşam tarzıyla dolu. Giden herkesin kendi ruhuna hitap eden bir yer bulacağından eminim. Benim için Milano; sabah Duomo manzarası, öğlen Brera sokakları ve akşam bir İtalyan kafesinde içilen sade bir espresso demek.